http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=790

Tam 14 yıl boyunca deliler gibi çalıştım kurgu masasında. Kurgu yaparken hep işlediğim konuların ve görüntülerin içinde olmak, yazdığım hayallerin ve düşüncelerin peşinde koşmak, yaşamadığım zorlu dağların zirvesinden geçmek istedim. Yıllar boyunca baharsız, güneşsiz, güzsüz ve dingin geçti günler, aylar, yıllar ve zaman… Ve bütün bu aşamalara katlanmamın tek bağı, dağdı. Ve şimdi dağa güzellik sunan yaylalarındayım. Kara bir çadırın önünde, koçerlerin içinde.
...Boğazın üstünden karşımızda, Kandil tarafına bakan dağa yönümüzü çevirmiştik. İsmini bilmediğim o dağın ardından sesi duyulmayan, ancak görüntüsü beliren bombalama ışıklarını çok net görebiliyorduk. Gerilla ‘orada savaş başlamış’ görüşünde hemfikirdi. Kandil’de, İran askerleriyle gerilla arasında çıkan çatışmalar, tam bir haftayı geride bırakmış ve ismini bilmediğim o meçhul dağa kadar yansımaya başlamıştı. Benim için o ışıklar, ilk kez bir savaşı görme ve yaşamanın en somut belirtisiydi. Savaş, bulunduğumuz noktadan çok uzak bir mesafede olmalıydı ki silah seslerini işitmiyorduk. Ama o ışıklar aynı zamanda içinde bulunduğumuz alana yansıyacak olan savaşa şahitlik edeceğimin son dakika haberleri gibiydi.
Küçük kızın gerilla kaygısı
Kara çadırın önündeyim. Koçerler savaş nedeniyle buraları, bu güzel yaylaları terk etmeye hazırlanıyorlar. Etrafımızda merak içinde çocuklar var. Onlar da yaşananların farkındadırlar. Geri dönecekler. Yayla havasından uzaklaşıp şehir kalabalığına karışacaklar. Uzaktan, annesinin peçesini yüzünde ve başında çevirerek ve bazen de o minicik elleriyle mavi gözlerinin üstünü örtüp parmaklarının arasından bana bakıp duran küçük bir koçer kızı fark ediyorum. Bêrîvan (süt sağıcı) olan annesiyle konuşuyoruz. Dün geceyi en ince ayrıntısına kadar aktarmasını bekliyoruz. Kadın, hızla ve korku dolu sözlerle dün geceki patlamaların onlarda yarattığı psikolojiyi, tedirgin ses tonu ve kesik cümleler içinde ağlamaklı anlatmaya çalışıyor. Hep küçük kızından bahsetmeye gayret gösteriyor. Çok korktuğunu, ağladığını, sabaha kadar uykusuz kaldıklarını ve bir an önce buraları terk etmek zorunda olduklarını söyleyip duruyor. Sonra eteğine yapışmış güzel kızını önüne alıyor. Küçük kıza gülümsüyorum. Sanki ona dokunmak istediğimi anlar gibi uzaklaşıyor önce. Cebimde iki şeker olduğunu hatırlıyorum, çıkarıp ona veriyorum. Çekimser bakışlar altında önce annesine bakıyor, annesi gözleri ile onu onaylayınca elimden şekerleri hemen kapıyor. Onunla konuşmaya çalışıyorum. Aklımdaki soruyu onun anlayacağı dilde sormaya çalışıyorum. ‘Dema teqîn çêbû, tu tirsiya?’ O önce başıyla onaylar gibi “evet” diye salladıktan sonra “Dayê, ma tiştek ji hevalan hatiye?’ diye annesine sorup bize bakıyor. Hüzünlü bir sessizlik… O an içimizi bir acı kaplıyor, sessizlik etrafı sarıyor ve susuyoruz... Boğazım düğümleniyor. Annesi yutkunuyor. Yanımda iki kadın gerilla birbirilerine bakıyor. Soruma karşı yüreğime yeniden gem vuran ‘Dayê, ma tiştek ji hevalan hatiye?’ sorusu beni yaylalardan koparıp dağlara götürüyor. Annesi “dün gece durmadan hep ağlayıp bu soruyu bana sorup duruyordu,” diyor. “Heval, söyleyin lütfen. Arkadaşların durumu nasıldır gerçekten?” Yanımdaki kadın gerilla: “Merak etmeyin, bize bir şey olmadı, bütün arkadaşların durumu iyidir. Bizim asıl kaygılandığımız, sizlersiniz’’ diye cevap veriyor. Bu sözlerin kadını rahatlattığını görüyorum. Benim aklım ise o minicik kızın sorduğu endişe dolu soruda kaldı.
Art arda patlama sesleri
Gerilla, belirlenen sığınakları son bir defa kontrol ediyordu. Bütün hazırlıklar tam bir savaş atmosferinde geçiyordu. Kurgu masasında gerilla savaş görüntülerini hazırlarken değil, tam da o atmosferin içindeydim. Herkeste müthiş bir heyecan vardı. 3 kişilik bir gerilla grubu cepheye gitmek için son hazırlıklarını yapıyordu. Gün boyu herkeste savaş duygusu birikiyordu. O gece bulunduğumuz Xınêre bölgesinin İran askerleri tarafından bombalanması bütün güç tarafından bekleniyordu. Ben, kalacağım yeri düzenlemek için önceden belirlenen sığınağa gidiyordum. Yerime ulaşır ulaşmaz, yürekleri hoplatan patlama sesleri gelmeye başladı. Hem de art arda. 20 saniye dolmadan herkes sığınağa girmişti bile. Ve artık geceyi, 8 saat boyunca sürecek olan patlamaların seslerini havana karşı güvenli olan sığınaklarda duyarak geçirecektik. Bütün bunlar benim için bir ilkti. Ve elimde ne bir kamera, ne de bir fotoğraf makinesi vardı. Sağımda sol ayağını mayına basarak kaybetmiş bir gerilla, solumda ise sağ kolunu savaş uçağından atılan kazan parçasının isabet etmesiyle kaybetmiş başka bir gerilla vardı. Her iki gazi de savaşı sadece gözleri ile görmemiş, onu bedenleri ile yaşıyorlardı. Her ikisi de; ‘eğer savaş uçağı gelirse hemen sığınakları terk etmemiz gerektiğini’ hatırlatıyordu. Havanlar ve katuşalar, o adını bilmediğim meçhul dağın ardından atılıyor, üstümüzden geçiyor, bizden 500 metre uzakta olan ormanlık araziyi vuruyor, ses ve ışılarını gecenin karanlığına yayıyordu.
Kara çadırlar toplatılıyor
Halen kara çadırın önündeyim. Taşınmak üzere olan koçer kadın bize demli çay ikram ediyor. Çayın yanında hafif kızartılmış peynir ve lavaş ekmek var. Bu arada ben gerillalar için endişelenen küçük kızla ilgileniyorum. Bu küçük koçerin adı; Çınar. Bir müddet sessizlikten sonra küçük Çınar’ın annesi bêrîvan kadın acı duygular içinde ‘heval, biz gidiyoruz’ diyor. Küçük Çınar annesinin eteğine sarılmış, bakışlarını bizden koparamıyor. Kara çadır yerinden kaldırılıp toplatılıyor. Koçerler bütün eşyalarını araca yüklerken, bende hüzünlü bir göç izlenimi uyanıyor. Yanı başımızdaki yoldan arabaları ile kaçan yüzlerce koçerin topraktan koparttığı tozları, hafif esen rüzgar kendisiyle birlikte yukarılara sürüklüyor. Acılı yüzler, ihtiyar bakışlar, meraklı gençler, bêrîvan kadınlar ve çığlıklar içinde ağlayan çocukların sesleri vadide yankılanıyor...
Bütün bu acılar İran bombardımanı sonucu yaşanıyor. Koçerler araçlarına binip uzaklaşırken, kadın gerilla bana: “İran askerleri bir gecede 5 bin havan ve kartuşa ile Xınêre arazisini vurmuş. 30 bin asker sınır hattına konumlandırılmış ve hat üstünde yeni 9 karakol yapılmış. 9 günlük Kandil savaşında 13 arkadaş yaşamını yitirmiş. Sideka bölgesine yapılan saldırıda Sinînê Yaylası’nda 2 koçer ölmüş, 3’ü ağır yaralanmış. Koçerlere ait 300’e yakın hayvan telef olmuş. Binlerce hektarlık orman yanıp kül olmuş. Bini aşkın mevsimlik koçer, zomları terk etmek zorunda kalmış. İran, Kürtlerin özgürlük damarını kesmek istiyor,’’ diyor…
Gidiyorlar işte… Aracın üstünden, annesinin peçesini yüzünde ve başında çevirerek ve bazen de o minicik elleriyle mavi gözlerinin üstünü örtüp parmaklarının arasından bana bakıp duran o küçük koçer kız da gidiyor. Küçük Çınar’ın içime dokunan o endişesi, en sade duygu oluyor...
Rayzan Dimilî
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder